18 Temmuz 2009 Cumartesi

ama

bir papazla bir fahişe lübnan dağlarının eteğinde bir gece kulübünde karsılasıyorlar papaz: söylediklerine katılıyorum ama...... seni cok iyi anlıyorum ama.....haklısın ama.....


ilk bakıştı oldukça ortak yönleri var sanırsınız hatta gece kulübünün korumalarından biri böyle bir hisse kapılmıstı bile.peki ya gerçek? gerçek hiçte böyle olmasa buna kimse itiraz etmeyecetir herhalde....gerçeği çıplak bir kertenkele yavrusu gibi kuyruğundan tutup kan basıncının artmasına sebep olarak yanaklarını kızartan sözcük ''ama'' kelimesiydi.bir kelime bu kadar yüz kızartacak ne yapmış olabilirki- içinde kendini tekrar eden harfin atılması durumanda yeni yetme bir gencin yüzünü kızartabilme ihtimalini bir kenara bırakırsak...cevapsız sorular mı , arsız kelimeler mi daha fazla nöronu ateşler çiçekleşen beynimizde? ah ne de güzeldir lübnanda kiraz ağaçlarının çiçek açışını izleme düşüncesi.

ama ne de tehlikeli bir kelimesin sen öyle? tuzaksın sen bunu görüyorum bu genç ömrümde. senden iğreniyorum (ama) seni kullanmaktan kendimi almıyorum.

bir tek cümle var mıdır ki insan tuzağa düşmeden içinde ama yı kullanabilsin.yukarda olduğu gibi insanı tiksindiği bir şeyi yapmaya bile iter.

ondan neferet ediyorum ........ onu görmekten kendimi alıkoyamıyorum der bir ergen diğer bir ergen olan arkadaşına.burda hiç kimse diğer bir ergen olan arkadaşın bu duruma sevinebileceği ihtimalini yadsıyamaz ......... onlar arkadaştır değilmi. boşlukları yumuşak bir kurşun kalemle duldurun.
ha bide bazen ama kendisini iyi gösterme ihtiyacı duyar nedense??sanki amanın o kutsal görevi pekiştirilmiştir bu eklemeyle bir yakınımız bize kötü birsey yapar aslında ona bunu ödetmek isteriz canımız yanmıştır ona deriz ki iyi ama bunu neden yaptın.ama yine araya girmiştir gerçeği saklamak için elinde bir mezura bir makas ve gerçek ne kadar büyükse yetecek kadar kumaşla ha bide iğne ipliğide unutmayalım hele iplik bağ.....

ama bağ kökünden türemiş aslında birbininden farklı olan şeyleri bir arada tutarak tasarruf sağlamaya yarayan bir bağlaçtır.bu bağlaçlar ne kadar yakınlaştırıcı gibi gözüksede aldanmayın siz onlara onların asıl işi riyakarlıktır.yahu senin neyine orta yolu bulmak ortamı yumuşatır gibi görünüp insanları kelimerein arkasında dolandırmak sen olsan olsan ayak bağı oluyorsun söylenmek istenen gerçeğe.gerçek karşısında taklalar atarak insanların basiretini bağlarsın ancak.kendinden önce gelen kelimenin tam zıttını alır çuvalına sokar çuvalın ağzını sıkıca bağlarsın...bak şimdi senin bağını şey ipini pazara cıkartıyorum üfffff sıktın ha..

Kaya ve çakıl

Kaya sevgilisine ''seni seviyorum'' derken ne kadar da bencildi gören oldu mu bilmem? ''ben '' derken bile bu kadar bencil olamazdı galiba...bencildi cünkü birini sevmek kişisel bir tatmin meselesi, yani kayanın sevgilisi kaya için allı pullu bir nesneden farksızdı,ama bunu kayanın veya sevgilisinin veya üçüncü bir tekil şahsın kabul etmesi için bir dinazorun bir yasemini kopartıp kulağının arkasına takması gerekiyordu. Dinazorun bağrı acık bir gömlek giymesi pek yakısık alırdı heralde...Kayanın annesi Kaya ya hamileyken onu cok seviyordu ama henüz o nur topu diye tabir edilen ve nurdan örülmüş bir ay parcası gibi gecenin bağrında eriyen o tunçtan tepsiyi görmemişti bile..Yinede severdi onu annesi gıyaben.. Bir anne karnındaki bebeği severken ne kadar da bencil olabilirdi bileniniz var mı bilmem? Zavallı dinazorun bu kez sırtındaki hürgücümsü saclarını wax'la dikleştirmesi gerekmezmiydi..Kaya bir gün yüreği körelmiş ruhu alçalmış bir istekçiye cebindeki bozuklukların hepsini verdi.Parayı uzatırken göz göze gelmemeye çalıstı..Dersimiz: matematik ,konu: ahlaksal problematikler ,soru1: Kayanın 10 lirası olsa onunu da istekçiye verse Kaya ne kadar cömert sayılırdı?? Cevap hakkı sonsuza dek mahfuz.